Kakava’nın Ateşi: Neşenin ve Eşitliğin Kül Renginden Doğan Işığı
- Birgül ÇAY
- 5 gün önce
- 2 dakikada okunur
Firdevsi’nin ölümsüz eseri Şehnamede anlatılır: Sasani hükümdarı Behram Gur, derin bir mutsuzluk içindedir. Çareyi, Kuzey Hindistan Kralı Shankhala’dan ister. Kral ona, dertlerini unutturacak bir topluluk yollar: Müzisyenler. Gelenler ise Romanlardır. Bu topluluğun neşesi, ritmi ve yaşam sevinci Behram Gur’u öyle iyileştirir ki, onları kalmaları için ödüllendirir; bağlar, bahçeler, hayvanlar sunar. Ancak Romanlar, yerleşik hayatın kendilerine uygun olmadığını söyler. Behram, “Ne istersiniz?” diye sorar. “Atlar ve eşekler,” derler. “Öyleyse onları alın ve gidin,” der Behram. Ve Firdevsi’ye göre, Romanların göçü böyle başlar.
Yüzyıllar boyunca dünyanın dört bir yanına dağılır bu halk. Mısır’da Egypte, Bizans’ta Athingan, Rumcada Gypthos, İngiltere’de Gypsies, Ermenistan’da Lom, Filistin ve Suriye’de Dom, Kafkaslarda Poşa/Boşa, Türkiye’de ise Roman gibi farklı adlarla anılırlar. Ancak bu adların çoğu zaman dışlayıcı ve ayrımcı çağrışımları vardır. Oysa Romanlar hiçbir ülkede devlet kurma talebinde bulunmamış, gittikleri her coğrafyada dilini öğrenmiş, çoğu zaman inancını benimsemiş, topluma karışmıştır. Osmanlı arşivlerinde bile suça karışma oranlarının oldukça düşük olduğu kayıtlara geçmiştir. Buna rağmen, dildeki önyargılar sosyal dışlanmanın en güçlü araçlarından biri olmaya devam etmektedir.
Tam da bu nedenle, 8 Nisan 1971'de Londra’da düzenlenen I. Roman Kongresi’nde bir karar alındı: Artık kendilerine Roman diyeceklerdi. Çünkü Roman, “insan” demekti. “İyi insan.”
Katliamlar, sürgünler, önyargılar ve dışlanmalarla örülü bir tarihin çocukları olan Romanlar, bugün hâlâ dünyanın birçok yerinde eğitime ve sağlığa erişimde en geride kalan topluluklardan biri. İş ararken önlerine çıkan görünmeyen duvarlar, sosyal hayatta uğradıkları ayrımcılık, onları toplumun kenarında tutsa da; gittikleri her yere renklerini, müziklerini, sevinçlerini götürmeyi başardılar. Tüm bu rengârenk kültürün en parlak yansımalarından biri ise Kakava’dır.
5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gece kutlanan Kakava, sadece bir bahar bayramı değil; aynı zamanda doğanın uyanışı, umudun yeniden filizlenmesidir. Anadolu’da Hıdırellez, Edirne’de İlderez olarak da bilinir. Ritüeller farklı olsa da öz hep aynıdır: Bahar gelir ve kötülükler geride bırakılır. Sabahattin Ali’nin de dediği gibi, “Mayıs ayların gülüdür, taze bir çiçek dalıdır.”
Roman mitolojisinde bu gece bir tür kurtuluştur. Herkes bir günlüğüne Roman olur; kıyafetleriyle, manileriyle, türkülerindeki neşeyle. Evler temizlenir, ateşler yakılır, dilekler dilenir, Tunca Nehri’nin sularında beden değil, ruh yıkanır. Herkes dileğini gökyüzüne gönderirken aslında ortak bir niyet paylaşır: Daha adil, daha eşit bir yaşam.
Bu kutlamalar, yalnızca bir şenlik değil; toplumsal ayrımcılıklara karşı farkındalık yaratmak için bulunmaz bir fırsattır. Çünkü gerçek değişim ancak anlamakla, dinlemekle, birlikte çözüm üretmekle mümkün olur.
İşte bu anlayışla CHP Sosyal Politikalar Komisyonu’nun düzenlediği Roman Çalıştayı, benzerlerinden ayrılıyor. Çünkü burada konuşan, anlatan, çözüm üreten doğrudan Roman topluluğunun kendisi. Kadınlar, gençler, çocuklar, sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte yapılan bu çalıştay; sorunları ilk ağızdan dinleyerek doğru tespitlerin ve gerçekçi çözümlerin kapısını aralıyor. Ve bu çözümler sadece bir raporda kalmıyor, politika önerisi olarak gündeme taşınıyor.
Kakava’nın ateşi, sadece baharın değil; umutların da harlandığı bir an. Bir sonraki Kakava dileğimiz, kimsenin geride kalmadığı, herkesin eşit yurttaş olarak yaşadığı bir ülke. Ve bu dilek için biz hazırız. Daha büyük kalabalıklarla, daha büyük mutluluklar için çalışmaya devam edeceğiz.
Comments